İnsanlığın ekonomik gelişimi, toprağın işlenerek tarım toplumunun oluşmaya başlamasıyla oluşmuş ve takas üzerinden artan ticari hayatla ivme kazanmıştır. Asırlar boyunca yaşanan teknolojik, sosyolojik ve politik etkileşimler ile yeni boyutlara geçmiştir. Takastan sonra altın bazlı değerleme yapılması ve para kullanımına geçişle birlikte ekonomi bilimine ihtiyaç artmıştır. 18. yüzyıl Sanayi Devrimi sonrasında yaşanan hızlı gelişim süreci taşımacılık, teknoloji ve iletişim gibi ana sektörlerde devrimler yaşanmasını sağlayarak insanlığın gelişiminin zamana oranla görece çok daha kısa sürelerde artmasına yol açmıştır. 20. yüzyıldan itibaren toplumlar ve devletler bir birleriyle daha sık ve karmaşık ilişki biçimleri geliştirmiş ve son elli yılda ise küreselleşme kavramının ortaya çıkmasına yol açan entegrasyon ve sistem oluşumu meydana gelmiştir. Ekonomik ihtiyaçlar ve gelişim de bu ilerlemeye paralel olarak adapte olmuş ve günümüzde tıp ve mühendislik alanlarından sonra en güncel bir dal olarak karşımıza çıkmıştır.
Ekonomi dalına özet olarak bakılacak olursa, dünyada tarih boyunca yaşanan aşamalar ve gelişimlerden etkilenerek politik koşullara ve sosyal-yapısal şartlara göre modellendiği ve bu bağlamda politik-ekonomi kavramının ortaya çıktığı görülmektedir. Bu kavram özellikle 70’li yıllardan sonra yaşanan süreçte, etkileşim halinde olan bilim dallarının bir birlerinden bağımsız olarak ele alınamayacağı görüşü ile güçlenmiş ve savaş ekonomisi, enerji kavgaları, sanayi rekabeti gibi konular ile halen tartışılmaktadır. Felsefik olarak ekonomi dalının gelişimine bakıldığında ise liberal ve sosyalist (komünal) olarak iki ana görüşün sahip olduğu bilinmektedir.
Liberalizm kelime anlamı olarak özgürlükçülük manasına gelmektedir. Liberal taraf klasik ekonomik özgürlüğü savunarak Adam Smith’in görünmez el yaklaşımı ile başlamış ve Ricardo’nun mukayeseli avantaj kavramıyla gelişmiştir. Ekonomik modelin temelini oluşturan bu ilk aşama, Arz ve Talebin belirli bir Fiyat ve Miktarda bir denge oluşturduğunu ortaya koymuştur. 20. yüzyılda özellikle Hayek ve Friedman önderliğinde devletin minimize edilerek kişisel özgürlüğün genişletilmesi bağlamında neo liberal akım geçerlik kazanmıştır. Bu bağlamda açık pazar, serbest ticaret, özelleştirme gibi konular ön plana çıkmıştır.
Bu yaklaşım kapitalizm sistemi ile uygulanmaya alınarak I. ve II. Dünya Savaşı sonrasında değişen dünyada bireysel özgürlüklerin gelişmesiyle büyük ekonomik ilerlemelere yol açmıştır. Piyasaların birleşmesi ve ekonomik entegrasyonların artmasıyla para politikası (monetarizm) dönemi ayrı bir dal olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle Batı dünyası tarafından tercih edilen liberal sistemler devletlerin ilerlemelerinde katalizör süreçleri barındırmaktadır.
İkinci yaklaşım ise özellikle Marks’ın komünist ilkelerinden etkilenerek gelişmiş ve devletin bireyin yaşamına katkısı ana fikrine sahiptir. Esas olarak 1930’lardaki Büyük Buhran’dan sonra ekonomist Keynes tarafından aşama kaydederek devletin güçlü rolünü savunan bir sistemdir. Liberal sistemdeki serbesiyetin aksine, devletin ekonomiyi yönlendirmesi ve özellikle işsizliğe müdahalede bulunmasını savunur. 1936 yılında Oxford’ta yapılan Ekonometrik Konferansı’nda ortaya çıkan IS-LM model bu ekol tarafından savunulmaktadır. Fiyatların sabit kabul edilmesi bu modelin en büyük eleştiri konusu olmuştur. Yüksek enflasyonda düşük işsizlik oranını gösteren Phillips Eğrisi de bu yaklaşım üzerine geliştirilmiştir.
1970’li yıllarda yaşanan sıkıntılar, petrol krizi ve stagflasyondan sonra bu yaklaşım terk edilerek yeni klasik yaklaşım (new classical) tekrardan yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle Lucas tarafından rasyonel beklentiler (rational expectations) yorumu ile yeni bir boyut kazanmış ve reel iktisadi dalgalanmalar (real business cycles) kavramı ile ilişkilendirilerek güncel sorunlara yorum getirilmeye çalışılmıştır. Sonraları, Prescott ve Kydland devletin politika deklarasyonlarına vurgu yaparak bunun piyasalara etkisi olabileceğini ve dalgalanmaları, ekonomik araçların dışsal şokları optimize etmek için verdiği reaksiyonlar olarak açıklamaktadır. Keynes yaklaşımı ise iktisadi dalgalanmaları (business cycles) piyasa aksaklıkları olarak görmekte ve talebi aktive ederek tam istihdamın yaratılmasını savunarak uyarlanabilen beklentiler (adaptive expectations) görüşündedir. İki görüş arasındaki ana farklardan biri de Keynes yaklaşımının Taleb’e, yeni klasik yaklaşımın ise Arz’a vurgu yapmasıdır.
İki görüşün savunucuları, 1990’lı yılların ortalarından sonra bir araya gelmeyi başararak kendileri için münasip olacak bir model üzerinde çalışmaya başlamıştır. Böylelikle, dinamik stokastik genel denge (DSGE) kavramı ortaya çıkarak yeni neoklasik sentez olarak adlandırılmaktadır. Bu aşamada Keynes tarafı eksik rekabete ve merkez bankası rolüne vurgu yapmakta, ancak, reel iktisadi dalgalanma modelinin esaslarını kabul etmektedir. Para politikası açısından bu durum, ekonomik refah ve istikrar için enflasyonun kontrol altında olması ve faiz oranın, üretim farkı ve eko-politik şoklar dikkate alınarak ayarlanmasını içerir.
DSGE modelinin 2000’li yıllardaki şartlara göre yorumlanması ise tüketicilerin tercih davranışı, yatırımda maliyet düzeltmeleri, sermaye kullanımındaki değişkenlikler ve kurumların ücretler için işletme sermayesi borçlanması unsurlarını barındırmaktadır. Çoğu ülke ve merkez bankları bu yaklaşımları benimsemiştir.
2008 yılında finansal piyasalarla başlayan Büyük Resesyon, modelin finansal sektörü yeteri kadar dikkate almadığını ve Pazar sisteminin çalışmasında yaşanan patolojileri de dışarda tuttuğunu göstermektedir. Bu, ekonomik aktörlerin, kendilerini en iyiye optimize etme planlarını gerçekleştiremedikleri bir durumda bulmalarına yol açmakta ve ekonomik çöküntü sinyalleri alındığında artık bu durum göz ardı edilemez bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşanan süreç yeni Keynes yaklaşımlarının yeşermesine yol açmıştır. 2008 Nobel ödüllü Krugman’ın da katıldığı gibi, durgunluk ve krizleri anlamada Keynes yaklaşımının en iyi çerçeveyi sunduğu önerilmektedir. Karşı taraf ise bu görüşe, hükümetler tarafından çareleri olan Pazar ekonomisinin çökmesini öngördüğü ve IS-LM modeline olan itirazlardan dolayı karşı çıkmaya devam etmektedir. Günümüzde kullanılan yeni sentez (new synthesis) her iki görüşten alınıtılar yapmakta ve özetle şu unsurları barındırmaktadır: zamanlararası optimizasyon, rasyonel beklentiler, eksik rekabet, maliyetli fiyat ayarlamaları.
Para politikasının kısa vadede etkili olduğu ancak uzun vadede etkisiz kaldığı ve enflasyon hedefinin esas alındığı bir dönem yaşanmaktadır. Yaşanan Büyük Resesyon dönemi, finans sektörünün makroekonomik modellerde zayıf olarak yer aldığının bir hata olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Ancak, bunun geçen yıllar içerisinde giderilmesinin yeterli olup olmayacağı ve günümüzde daha radikal makroekonomik model değişimlerine yol açıp açmayacağı halen önümüzde duran bir soru işaretidir.
Dr. Bilinç Dolmacı
コメント