Çoğu devletteki kamu yönetimi ve özelde büyük şirketlerdeki çalışanlar kazançlarını artırmak ve azami faydayı sağlamak gibi doğal bir içgüdü sahibidir. Bu içgüdü genlerimizde olan hayatta kalma mücadelesi ve sürekli daha iyiyi arzulamak isteği ile oluşmaktadır. Buraya kadar her şey normal görünmektedir. Ancak gözden kaçan nokta bu karşılıklı fayda ilişkisi için iki taraf olması gerektiği ve azami fayda için de iki tarafın da verimli olması gerektiğidir.
Örneğin, kamu bütçesi açık veren bir devletten çalışanlarının sürekli daha fazla fayda talep etmesi veya karlılığı tehlikede olan bir şirket çalışanlarının sürekli maaş artışı baskısı, bu karşılıklı fayda ilkesinde iki tarafın verimliliği şartını yerine getirmemek olur. Tam tersi, çok karlı bir şirketin asgari fayda ile çalışanlarını sömürür duruma düşürmesi veya fazla veren bir kamu bütçesinin kaynak dağılımında dengesiz davranması da yine bu ilkenin birinci şartını bozmaktadır ve arzu edilen değildir.
Böylesi durumlar tartışmaya açık ve huzursuz olmakta, kısır döngüye ve ilaveten enerji kaybına yol açmaktadır.
O halde durumu dengelemek ve iyileştirmek için ne yapmalı?
İşte bunun cevabı değer yaratmaktan geçiyor. Yani çalışanlar bir kuruma, onun kurum kültürüne, verimliliğine ve kalitesine değer kattıkça, diğer yandan kurumun verimliliği de artmakta ve söz konusu karşılıklı fayda ortamı iyileşerek devam edebilmektedir. Aynı şekilde bir kurumun oluşan iyileşmeler karşısında çalışanlarının faydasını da iyileştirmesi karşılıklı faydayı sağlayacak ve uzun vadede verimlilik artışı sağlayabilecektir. Esasında bu yaklaşım sürdürülebilirliğin ve aynı zamanda kalite yönetimi dâhilindeki sürekli iyileştirme prensiplerinin esas hususlarından biridir. Dolayısıyla, fazlayı ve eksiği karşılıklı paylaşmak iki tarafın da sorumluluğundadır ve ortak beka için kuruma değer kazandırmak ileride her iki tarafın faydasına sonuçlar doğurur. Önemli olan bunu yaratabilmek ve yönetebilmektir.
Dr. Bilinç Dolmacı
Comentarios